Leviathan ve Prens Üzerinden
“Eğer bu hayatta kesin olan bir şey varsa, eğer tarih bize bir şey öğrettiyse o da istediğin her kişiyi öldürebileceğind
Çekildiği günden bu yana önemini korumuş ve adından söz ettirmiş bir seri olan The Godfather, sanatsal yetkinliğe ve etkinliğe sahip olmakla beraber gişede de başarı elde ederek popüler kültürü besleyebilmiş kült film serisinin başını çekenlerden. Bu dünya Dostoyevski’leri
İlk film, diğer iki filmden azade çok şey anlatıyor. İlk iki film üçüncü filmden azade, kendi başlarına başkaca şey anlatırken simetrik okumaya tabi tutulması gözlerden kaçmamalı. Üçüncü film üzerine şu kanaat yaygındır ki; lüzumsuzdur ve gişedir tek kaygısı. Eklemek yerinde olacaktır, üçüncü film ilk iki film üzerine düşülmüş bir şerhtir, bir yorumdur da aynı zamanda; bu minvalde fayda sağlayacaktır izleyiciye.
“Amerika’ya inanıyorum” lafzı ile açılır film. Orijinali I believe in America’dır; bu bahis mühim, çünkü I believe Amerika’da Türkçe’ye “Amerika’ya inanıyorum” şeklinde tercüme edilebilir. Aralarındaki fark; ilk ifadenin bir iman edilecek Amerika’yı dışa vurması ama ikinci ifadenin Amerika adlı öznenin söylemiş olduğu bir yargıya inanmadan söz etmesidir. Yani, ilk ifadede vurgu özne üzerinedir, ikinci ifadede ise nesne. Bu açılış ile Coppola bizi Amerika denen ülke ile baş başa bırakır, üzerine düşünülmesi gereken bir şahsiyet ve hüviyet yaratır, filmin karakterleri ile diyalektik ilişkiye girmiş olabilmenin hazzını yaşatır. Devamında, İtalyan olmayan iki erkekten zulüm görmüş olan kızı için ricacı olan Bonasera, Baba’dan adalet talep eder. Baba’nın ilk mukabelesi “Neden benden önce polise gittin” olur. Bonasera evvela Amerika Devleti’nden yardım istemiştir ama suçluların cezası ertelenmiştir. Diyalogda görürüz ki Bonasera, sürekli Baba’dan yardım istemekten kaçınmış, işlerini yasal yollardan halletmek hevesinde bulunmuştur. Hatta bu anda bile görülecek işi için karşılık verme arzusundadır, ne kadar ödemesi gerektiğini vurgulayıp durur. Oysa şimdi devlet gereken cezayı vermemiş, adil olmamıştır, Bonasera’yı yalnız bırakmıştır. Baba yardım etmeye razıdır karşısındaki bu yalnız ve çaresiz İtalyan’a, tek şart koyar; “bana Baba de”. Açılış, Bonasera’nın yakın plan çekimi ile gerçekleşir. Karanlık mizansen yaratılmıştır. Kamera usul usul Bonasera’dan Baba’ya doğru uzaklaşır ama Baba uzunca bir süre kadraja alınmaz, perdelerin arkasından bir tanrı gibi ses verir sadece. Kameranın hareketi Baba’yı ilahlaştırır, karşısında yalvarılan ama gizlenen ve kula bakış açısı ile hâkimiyet kuran bir ilahın tasviri söz konusudur. Açılış sekansı filmin esasını ele veren yegâne sahnelerden biri. Talepkar/davalı olan çaresiz bir İtalyan, adil olmamış bir devlet/Amerika, zulmetmiş İtalyan olmayan suçlular ve karşısında talepkar bulan Baba/Tanrı’nın sureti.
Denilebilir ki: Coppola, açılış sahnesi ile tüm serinin, Hobbesçu etik ile hareket eden bireyler ve o etik üzerine inşa edilmiş teşkilatlanmanın üzerine olduğunu anlatır. Thomas Hobbes, insanların doğuştan aklen ve fiziken eşit olduğunu söyler, akıl edilerek yaratılan kudret ve fiziki etki yaratabilen kuvvet bağlamında, insanlar göründüğünden fazlası ile eşittir. Serinin bu esası vurguladığı biricik anlardan biri Michael’ın Hyman Roth’un ölümü için çabaladığı vakitte sarf ettiği şu sözdür; ”Eğer bu hayatta kesin olan bir şey varsa, eğer tarih bize bir şey öğrettiyse o da istediğin her kişiyi öldürebileceğind
Bonasera’nın kaçındığı ve fakat nihayetinde mecburen kabul ettiği işte bu pazarlıktır. Baba’dan sürekli uzak durmuştur, Amerika Devleti’nin (Yeni Dünya’nın/seküle
Açılış sekansının bir diğer mühim noktası da adalet bahsidir. Amerikan ceza sistemi Bonasera’yı tatmin etmez ve adaleti Baba’da arar. Hobbes, adalet ilkesinin ancak egemenliğin teşekkül edilmesiyle ortaya çıkabileceğini söyler. Onun için iyi ve kötü tartışması temelde arzu üzerine inşa edilir. İnsanın arzusunu sevk eden ve kendisine çeken şey iyidir, kendisinden uzaklaştıran şey kötüdür. (s. 50) Mutlağı ortadan kaldırır, her şeyi akışkan hale getirir. Egemenliğin teşekkül edilmediği dünyada sabit olan hiçbir şey yoktur, her şey akışkandır tabiatıyla, çünkü herkes eşittir hâlihazırda onun için aklen ve fiziken. Ve hayatı mümkün kılan arzudur, bundan mütevellit, kendinden bir üst otoriteyi tanımayacak, bir üst güçten korkmayacak insan için iyi olan arzusudur ve müşterek bir mutlaklıktan bahsedilemez. Herkes kaynaklar için rekabet ediyor zira; herkes, herkes ile savaş halinde. Bu vaziyette, Bonasera için, tek çıkar yol mevcut, Baba’nın egemenliğine intisap etmektir. Çünkü yalnız başına adil olanı uygulayabilecek gücü mevcut değildir. Bir çatışma da Bonasera’nın adaleti ile Baba’nın adaleti arasında vuku bulur; Bonasera katl edilmelerini arzular suçluların. Oysa Baba, kızına yapılanın aynısı ile muamele etme arzusundadır suçlular için. Hobbes’un bahsettiği üzere adil olan yalnızca egemenin tayin ettiğidir ve dahası sözleşmenin ifa edilmesidir taraflar arasında. Kritik olan, Hobbes’a göre, Leviathan bir taraf değildir, onun diyagramında taraflar davalı (iki suçlu) ve davacıdır (Bonasera). Bu minvalden şu anlam devşirilmelidir ki; Baba, Leviathan gibi hareket eder adaleti sağlama hususunda ve adil olan da ahittir yani Hobbes’un on dokuz doğa yasasından üçüncüsü olan: sana yapılmasını istemediğin bir fiili başkası üzerinde uygulama yasasıdır. Tam bir karşılıklılık üzerine kuruludur bu yasa ve dişe diş, kana kan ilkesi şeklinde işler. Baba da adil olanı böyle yorumlayarak Leviathan olduğunu gösterir, davalı yahut davacı değil direkt hâkim olduğunu hülasası.
Hobbes’un evreninde egemenliğin teşekkülünün bir diğer önemi de gelişmenin önünün açılmasıdır. Herkesin herkes ile savaşında gelecekten emniyet duyulmadığı için insanlar biriktirmez. Çünkü biriktirdiğini koruyabileceğind
Sergio Leone’nin, Once Upon a Time in the West (1968) adlı eseri tartışmaya katkı sunabilecek kabiliyettedir. Filmde McBain ailesinin çölün ortasında katledildiği sahne bahsetmekte olduğumuz, egemenliğin varlığının katkısını ve yokluğunun sonucunu sunabilen dâhice bir sahnedir. Mcbain geleceğe yatırım yapmış İrlandalı bir göçmendir. Yaklaşmakta olan katliamdan önce, ailede var olan umut sayesinde sezeriz bu gerçeği ve filmin ilerleyen vakitlerinde bu gerçeğe tamamıyla vakıf oluruz. Akıllıca kurmuştur planını McBain fakat akıl olarak tek başına yetersiz kalacaktır. Daha büyük bir kapitalistin kolluk kuvvetleri tarafından katledilir aile. En küçük çocuğun katliamdan sonra koşarak dışarı çıkması ve katillerin ufukta belirerek yaklaşmaları sayesinde yüz yüze gelmeleri anında bir sual doğar zihnimizde: -Bu çocuğun yaşama şansı var mı? O an orada, bu çocuğun imdadına yetişebilecek bir kuvvet hâsıl olabilir mi? Ve çocuk, menfaat gereği katledilir.